Fırtınaların Kültür Varlıklarına Etkisi
Prof. Dr. Zerrin Toprak Karaman - Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Kamu Yönetimi Bölümü
Yerel Kimlik Dergisinin 72. sayısında yayımlanmıştır. (sayfa: 10-15)
Fırtına, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının (AFAD) Açıklamalı Afet Yönetimi Terimleri Sözlüğünde “Doğaya ve insanlara zarar veren, hızı 23 ve 26 metre/saniye (saatte 82,8 -93,6 kilometre) arasında değişen rüzgâr” olarak tanımlanmıştır.[1] Fırtına tanımı gereği, şiddetli rüzgârların fırtına kapsamında değerlendirilebilmesi açısından rüzgâr hızının belirlenmesi gerekmektedir. Türkiye’de 2020 yılı başında, fırtına ve şiddetli rüzgâr vakalarının “stratejik önem verme yönüyle” doğrudan ilgili kurum ve kuruluşların gündeminde; akademik yayınlarda, hatta projelerde öncelikle yer almaması önemlidir. İklim değişikliğinin tetikleyici etkisine de bağlı olarak, son yıllarda meteorolojik kaynaklı konular ölümcül ve çok yönlü tahrip edici etkisiyle çok daha dikkat çekmektedir.
Afetler Epidemiyolojisi Araştırma Merkezi (CRED) verilerine[2] göre, 2001-2020 döneminde afet olaylarında birinci sırada sel baskını ve ikinci sırada fırtınalar afet olarak öne çıkmıştır. 2001- 2020 yılları arası için, ortalama 102 fırtına rapor edilmiştir.
Buna karşın 07.07.2022 tarih ve 31890 sayılı Resmî Gazetede yayınlanan 5787 karar sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile Türkiye Afet Risk Azaltma Planı (TARAP) (2022-2030) içinde maalesef “Diğer Afetler” başlığı altında “Kuraklık, Obruk ve Fırtına vb.” olgularına yer verilmiştir (TARAP, s. 10).Bu nedenle de, metin içeriğinde fırtına olgusuna ilişkin veri analizi yapılmamıştır. Bu durum da fırtınalar konusunda yapılan ve yapılması planlanacak araştırmaların önemini ortaya koymaktadır. Aşağıda fırtına ve kültür varlıkları konusu bir bütün olarak incelenmektedir.
Kültür Varlıkları ve Fırtına İlişkisinde Korumacı Yaklaşım
Kültür varlıkları tarih öncesi ve tarihi devirlere ait bilim, kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili bulunan; tarih öncesi ya da tarihi devirlerde sosyal yaşama konu olmuş, bilimsel ve kültürel açıdan özgün değer taşıyan; yer üstünde, yer altında veya su altındaki bütün taşınır ve taşınmazlar olarak tanımlanmıştır. Özellikle yer üstünde olanlar, başta fırtınalar olmak üzere, çeşitli afetlerden etkilenmektedir.
Tabiat varlıkları jeolojik devirlere, tarih öncesi ve tarihi devirlere ait olup; ender bulunmaları veya özellikleri ve güzellikleri bakımından korunması gerekli olan, yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan değerlerdir.
Belirtilen bu terminolojide, öngörülen faaliyetlere yönelik yapılan vurguların ortak noktası, “koruma ve kullanma” dengesinin sağlanması; “arkeolojik, tarihi, doğal, mimari, demografik, kültürel, sosyo-ekonomik, mülkiyet ve yapılaşma verilerini içeren alan araştırmalarının” yapılmasıdır ki bu tip bir çalışma, dar anlamda disiplinlerarası olacaktır. Kültür varlığının, mirasının bulunduğu bölgede yaşayan halkın görüşlerinin dikkate alınması gibi unsurlar da eklendiğinde, koruma söz konusu olduğunda trans-disipliner çalışmaların gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, varlıkların bulunduğu yerde korunması; “muhafaza, bakım ve onarımı” gibi konular günün getirdiği koşullar hususunda değerlendirebilecek yorumlara açıktır.
Mimar Oktay Ekinci sunumundan alıntıyla[3], “Fransa’da ilk koruma kanununu Victor Hugo yazmıştır… Yasanın adı “Hatıralar için Kanun” olup, insanın anılarının ve hatıralarının yaşatılması ve geleceğe aktarılması temasını içermektedir”, yine 1850 tarihli anıtsal yapılar için hazırlanan tüzüğün adının da “Aklın Büyük Ürünleri için Tüzük” olduğu bilgilendirmesinden sonra Avrupa Kentsel Şartından (1992) da örnek vererek, “bu varlıklar geçmişin mirası değil, insanların fani yaşamda kalıcılık duygusuyla geleceğe hazırlanmasını sağlarlar” vurgusu ile konunun özü ortaya koyulmuştur.
‘Çok yönlü koruma mevzuat düzenlemelerinde yer almaktadır. Türkiye’de, her kimin mülkiyetinde veya idaresinde olursa olsun, taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasını sağlamak için gerekli tedbirleri almak, aldırmak ve bunların her türlü denetimini yapmak veya kamu kurum ve kuruluşları ile belediyeler ve valiliklere yaptırmak, Kültür ve Turizm Bakanlığına aittir.(2863, md.10/1). Hükmüne ilave edilen “ Cumhurbaşkanlığı ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin idare ve kontrolünde bulunan kültür ve tabiat varlıklarının korunması, kendileri tarafından yerine getirilir. Bu korunmanın sağlanmasında, gerektiğinde, Kültür ve Turizm Bakanlığının teknik yardımı ve işbirliği sağlanır” (2863 , md.10/2) hükmü, Anayasa Mahkemesinin 7/12/2023 Tarihli ve E: 2021/125, K: 2023/213 Sayılı Kararı ile bu fıkra iptal edilmiştir. Kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak oniki ay sonra (5/6/2025) yürürlüğe gireceği hüküm altına alınmıştır.
Ayrıca, Milli Savunma Bakanlığının idare ve denetiminde veya sınır boyu ve yasak bölgede bulunan kültür ve tabiat varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi, Milli Savunma Bakanlığınca yerine getirilir. Bu korunmanın sağlanması, Milli Savunma Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında düzenlenecek protokol esaslarına göre yürütüleceği (2863 , md.10/3) hükme bağlanmıştır. Vakıflar Genel Müdürlüğü ve diğer kurum ve kuruluşlar için de benzeri düzenlemeler geliştirilmiştir.
Farklı afet tipleri ve ortaya çıkaracağı farklı sonuçlar için korumanın disiplinlerarası yaklaşımı sağlayacak işbirliği protokollerine açık olması önemli bir husustur. Konunun bir diğer yönü de çeşitli afetlerde özellikle deprem gibi yıkılmalara karşı korumacı yaklaşımların yıkılma sonrası asbest gibi kanserojen olguların önüne geçilmesi açısından da önemlidir.
Fırtına gibi, iklim değişikliğinin aşırı sıcak veya aşırı soğuk etkilerinden kaynaklanan tahripkârlık bu çalışmaların neresindedir? İfadeler bütününden anlaşılan, algının daha çok “insan kaynaklı afetler ile kültür varlıklarını tehdit” ilişkisi üzerinden kurulduğudur. Nitekim 1987 yılı TBMM tutanaklarından şu satırlar konuyu özetlemektedir:
“Doğal ve kültürel varlıkların korunması, bakımı ve bizden sonraki nesillere aktarılabilmesi, bütün dünya ülkelerinde olduğu gibi yurdumuzda da önemli sorun haline gelmiş bulunmaktadır. Hızla değişen yaşam şartları, hızlı şehirleşme, nüfus artışı, doğal kaynakların giderek artan bir şekilde tahribi, endüstrileşme ve teknik gelişmeler, atalarımızdan kalan kültürel değerlerin korunmasında "hızlı ve etkin tedbirler alınmasını zorunlu kılmaktadır.”[4] Bu ifadeler içinde, iklime bağlı etkiler konusu yer almamaktadır.
Neler Yapılabilir?
Öteden beri, kültür ve tabiat varlıklarının korunması ve yaşatılması konusunda öne çıkan ana temalar, şu sorular etrafında oluşmuştur: Kim sorumlu olmalı? Hangi plan ve projeler oluşturulmalı? Kültür varlıkları neden önemlidir?
Tarihsel ve toplumsal gelişme sürecinde oluşturulan ve biriktirilen bütün maddi ve manevi değerler, bunları sonraki nesillere iletmede kullanılan araçlar olarak “medeniyet ve var oluş” hikâyesi ortaya koymaktadır. Toplumlarda sosyo-kültürel çeşitliliğin farklı göç tipleriyle giderek artması, konuyu eğitim düzeyinde araştırma önceliğine almış görünmektedir. Çeşitli araştırmalardan, kültür ve tabiat varlıklarına ilişkin koruma konusunda zorluklar olduğu anlaşılmaktadır. Doğa tahribatı ve özellikle fırtınalar/şiddetli rüzgârlar konusunda koruyucu çalışmalara örnek olarak; Harput Kalesinde, rüzgâr nedeniyle çatı düşmesine karşı yapılan onarımlar ile Nemrut Dağında, çeşitli tahriplere karşı yapılan restorasyon çalışmaları verilebilir.
Tarihi eserlerde korumacı yaklaşım, genelde “insan merkezli” yapılandırılmıştır. Tarihi eserler bulundukları coğrafi konuma göre, şiddetli rüzgârdan etkilenmektedir. Koruma Kurullarının kontrolündeki, yenileme programındaki sivil mimari kadar, dini fonksiyona sahip eserler, bazı tarihi okullar ve binalar yenilenirken, rüzgâr etkileri de hesaplanarak çalışmaların işlevselliği artırılmalıdır. Meteorolojiden alınan veriler kullanılarak, önemli kültür varlıklarından başlamak üzere; etki eşleşmesi bağlamında alansal risk analizleri projelerinin yapılabilirliği incelenmelidir. Bu konuda kurumsal işbirliği ve disiplinlerarası projeler geliştirilebilir.
Rüzgârın hem uzun süre etkili olması hem de şiddetini artırması, çatıların yerinden sökülmesini kolaylaştırmaktadır. Afetlere yönelik risk planlarının, mikro bölgeleme haritalarının, afet tiplerine göre yapılmasının faydalı olacağı öngörülmektedir. Bu tarz çalışmaların; deprem ve diğer afetlerde ortaya çıkabilecek sorunların alansal tahminlemesinde; oluşturulacak verilerin, büyük ölçekli planların daha güvenilir olmasına katkı vereceği öngörülmektedir.
Tabloda belirtilen, Dokuz Eylül Üniversitesi bünyesinde ve “fırtınalar” özelinde yürüttüğümüz BAP (Bilimsel Araştırma Projesi) çalışmalarında ortaya çıkan “il risk algısı” gösterilmiştir. Tablo 1’de görüldüğü gibi, çalışmanın yapıldığı dönem Mayıs 2021- Mayıs 2022 dönemi itibarıyla ortaya çıkan algılarla, yaşanmış olaylar arasında doğru orantılı bir ilişki bulunmaktadır.
Tablo 1. Bazı İllerin Afet Geçmişlerine Göre Risk Algısı
Kaynak: Bütünleşik Afet Yönetiminde Disiplinlerarası ve Disiplinlerötesi Çalışma Felsefesi: Fırtınalar İçin Bir Yaklaşım. Proje Numarası: 2020 KB.MLT.010
Mitolojide yer alan, Anadolu topraklarında hüküm sürmüş medeniyetlerinin sahiplendiği, fırtına tanrıları kavramı, geçmişte de korkma ve tanrılaştırma açısından şiddetli rüzgârların varlığına işaret etmektedir. Afet tiplerine göre sorunların ortaklaştığı ve farklılaştığı konular, afet yönetim sürecinde dikkate alınmalıdır. Öncesi, sırası ve sonrasında; hazırlıklı olma, planlama, zamanında ve uygun şekilde müdahale etme, yönetme ve iyileştirme, yeniden yapılandırma gibi konulara yönelik il ölçeğinde stratejik eylem planlarının hazırlanması gerekir. Bu bilgilerin güncel tutulması ve kamuoyu ile paylaşılması, kamu yönetiminin temel sorumluluk alanları arasındadır.
Başta tarım olmak üzere; kuvvetli rüzgâr ve fırtınaların etkilerini sektörel bütünleşiklik içinde bilmek ve öngörmek, tarımsal faaliyetler ve yerleşim planlarını gözden geçirmek, yeni Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) ve revize ÇED ile Stratejik Çevresel Değerlendirme çalışmalarına risk analizi olarak konu etmek; gerek sektörel gerekse toplumsal mukavemeti artıracak çalışmalar yapmak önemlidir. Fırtına, hortum ve sel, su baskını nedeniyle ortaya çıkan kriz süreçleri, deprem algısının önüne artık geçmeye başlamıştır. Son yıllardaki iklimsel olgular bağlamında artık, “yangın ve fırtına” ilişkisi kurulurken, aynı zamanda “sel, su baskını ve fırtına” ilişkisi de kurulmaktadır. Fırtına, insanlık tarihi boyunca “tanrılaştırılacak” şiddette tarihte de vardı, günümüzde var; varlığını gelecekte de iklim değişikliğinin artan etkileri ortamında sürdüreceğini söylemek kehanet olmaz.
Dipnotlar:
[1] AFAD, 2014.
[2] 2021 Disasters in Numbers p.3; 2021 yılı afet rakamları, Çevrimiçi: https://www.emdat.be/#pager. Erişim: 26.07.2022. Alıntı s. 2-3
[3] Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması ve Yaşatılmasında Yerel Yönetimlerin Rolü ve Sorumluluğu (2001); Türk Belediyeler Birliği Derneği ve Konrad Adenauer Vakfı yayını, Ankara, s. 24-25
[4] Antalya Kent Konseyi Çalışma Raporu, 2020, s.42.